Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 ~~Leon~~(Daphne Ruthree)

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Daphne Ruthree
Alba | Yazar
Alba | Yazar
Daphne Ruthree


Karakter Yaşı : 26
Rp Partneri : Belki bir gün...
Mesaj Sayısı : 5
Kayıt tarihi : 18/03/11

~~Leon~~(Daphne Ruthree) Empty
MesajKonu: ~~Leon~~(Daphne Ruthree)   ~~Leon~~(Daphne Ruthree) Icon_minitimeC.tesi Mart 19, 2011 11:29 pm

Leon
Derin derin nefes al, az kaldı tatlım, derin derin nefes al!

Yüz hatlarından yaşı belli olmayan kadına bakarken sinirlenmeden edemiyordu. Derin derin nefes almak ha! Sanki yapabileceği başka bir şey varmış gibi, sanki yaptığı zaten derin derin nefes almak değilmiş gibi… Gerçi ona kızmaması gerektiğini de biliyordu. Ne arabayı kullanan küçük erkek kardeşi ne de elini sıkmasına müsaade eden zavallı teyzesi yanında olmak mecburiyetinde değildi. Ailenin diğer üyeleri gibi onu gözden çıkarabilirlerdi. Babasının dediği gibi “Kendi pisliğini kendi temizlesin!” diyerek bir köşeye çekilebilirlerdi. Oysa ne erkek kardeşi ne de teyzesi vazgeçmişti ondan.

Arabayı sürebildiği kadar hızlı sürmeye gayret eden Nolan ablasına tedirgin ve kaçamak bakışlar atıyordu ara sıra dikiz aynasından. Çektiği onca acıya rağmen kardeşinin endişesini bile hissedebiliyor oluşuna hayret ediyordu genç kadın. Teyzesinin dediği gibi derin derin nefesler alıyordu. Acıyla sıkılmış dişleri arasından ne kadar derin nefes alabiliyorsa o kadar derin... Fazla çığlık atmamaya gayret ediyordu; ama acı o kadar yoğundu ki sımsıkı çenesi biraz gevşediği anda araba kesik ve tiz bir çığlıkla doluveriyordu. Hayatında ilk kez bu kadar acı çekiyor ve kendisini savunmasız hissediyordu. Gerçi uzunca bir süredir öğrendiği hiçbir savunma tekniğini uygulayabilecek esneklikte değildi bedeni; ama bir güvencesi vardı.

Sana zarar gelmesine asla izin vermem!” taparcasına sevdiği adamın gözlerinde gördüğü o kararlılık… İzin vermezdi biliyordu, hatta bunun için gerekirse kendi de bir daha elini sürmezdi. Söylediği tek bir sözcükte bile abartı bulunmaz ve asla yalan söylemezdi o. “O” üçüncü tekil şahıstan öte, birinci tekil şahıstan daha değerli… Onun için her şeyi yapabilirdi Mandy, istese seve seve canını da verirdi. Ama “o” sevdiği kadına zarar gelmesine asla izin vermezdi ki. Dünyada en çok güvendiği adamdı o ve "o" bir nigraydı ne yazık ki… Seçme şansı olsa ne nigra olurdu ne de alba... Doğmamayı, huzurlu bir ruh olarak kalmayı tercih ederdi. Mandy “Ama o zaman seni nasıl tanırdım?” diye sorduğunda genç kadını şefkatle öpmüş, ruhlarının birbirini zaten tanıdığını ve nerede olursa olsunlar birbirlerini bulacaklarını söylemişti.

Derin derin nefes al tatlım…

Kendisiyle birlikte derin nefesler alan, hatta kendisinden daha canhıraş bu nefes alma işine sıkı sıkıya tutunan teyzesini başka bir zaman görse kahkahalarla gülerdi herhalde. Oysa şimdi yapabildiği tek şey aldığı nefesler arasında çığlığını zapt etmeye çalışmaktı, pek başarılı olduğu söylenemese de… Arabayı bir çığlık daha doldururken Nolan yeniden dikiz aynasından sevgili ablasına baktı endişeyle. Ablasını çok severdi ve aşık oldu diye onu suçlamayan tek kardeşi de oydu. Mandy onun ağlamak üzere olduğunu fakat görevini tamamlayana kadar bütün duygularını bastırdığını hissedebiliyordu. Zavallı küçük erkek kardeşini böyle bir göreve mecbur bırakmayı hiç istemezdi; fakat şartlar böyle olmasını gerektiriyordu.

Arabayı kullanan kişinin ya da şu an arka koltukta rahatlamasını sağlayan kişinin eşi olması gerektiğini biliyordu. Gel gör ki Mandy’nin bir eşi yoktu… Her şeyden çok sevdiği adamla birlikteliğini resmi hale getiremiyordu. Bir günahı nasıl meşrulaştırabilirlerdi ki? Hasta veya yaralı albalarla dolu bir hastaneye bir nigranın giremeyeceğini de biliyordu. Bu yüzden yanında değildi Leonardo. Arabadaki iki yardımsever albaya kızıyordu; ama belki de asıl kızdığı oydu. Aslında daha çok onun lanet bir nigra oluşuna kızıyordu, onu var eden tanrıya, iki ayrı ırk olmalarına sebep olan tanrılara, hatta buna müsaade eden kutsal ışığa kızıyordu. Karnında kımıldanan zavallı küçük bebeğe bile kızıyordu; aslında kızabileceği her şeye kızma aşamasındaydı. O küçücük bedeni kucağına verdiklerinde kızgınlığı son bulacaktı biliyordu, yaptığı şeyin çok saçma olduğunu hissedebiliyordu. Yine de engel olamıyor dağa taşa lanetler yağdırıyordu içinden.

Sonunda araba durduğunda, kardeşi onu kucaklayarak dışarı çıkarıp koşturduğunda ve teyzesi yeni bir “nefes alma” öğüdüne giriştiğinde daha fazla öfkesini zincirleyemedi ve zavallı kadına sesini kesmesini söyledi. Büyük ihtimalle doğumdan sonra bu anları hatırlamayacaktı, hatırlarsa da özür dilerdi; ama şimdi değil. Henüz gelişimi durmamış 18 yaşındaki kardeşinin gücüne ve koşturuyor olmasına rağmen mükemmel bir dengeye sahip oluşuna minnet ve hayranlıkla karışık bir öfke duyuyordu. Gerçekten her şeye öfke duyuyordu, öfkelenmemesi gereken şeylere bile…

Sonunda bir sedyeye yatırılıp hızla odaya götürüldüğünde dişlerini sıkmayı bırakmıştı artık. Teyzesi hala yanında sımsıkı elini tutuyordu. Belki de teyzesinin elini haddinden fazla sıkıp onu peşi sıra odaya sürükleyen Mandy idi ama bunun şu an bir önemi yoktu. Nolan dışarıda kalmıştı, genç kadın küçük kardeşinin allak bullak olan yüzünü görmüyor olsa da hissedebiliyordu, çocuk büyük ihtimalle yere çöküp kalmış ağlıyordu. Leonardo sevdiği kadınla güvenli olduğuna inanarak tuttukları evde başını ellerinin arasına almış, çaresizlikle, oturduğu yerde bir ileri bir geri sallanıyordu. Tam o sırada bile ölüme bir adım daha yaklaşıyordu. Leonardo, onun Leonardo’su, ona seslendiği isimle Leo’su ölüyordu; ama bu umurunda bile değildi. Pek az nigranın yapmaya cesaret edeceği şeyi yapıyor, avlanmayı reddediyordu… Aralarında kilometrelerce uzaklık olsa da Mandy sevdiği adamın korkusunu yüreğinde hissedebiliyordu. Mırıldandığını da duyabiliyordu “Lütfen, lütfen ona bir şey olmasın…”. Çift olarak dua etmeyi bırakmış olmalarına karşı Mandy de arada bu sözcüklerle hangisine hitap ettiğini umursamadan yalvarırdı tanrılara.

Ebe bir kadındı ve elbette kaç yaşında olduğunu asla kestiremeyeceğiniz bir albaydı. Yüzünden sevecenlik akıyordu. Kızın saçlarını okşarken teyzesine birkaç soru sordu. Mandy sesleri duymasına duyuyordu fakat ne dediklerini anlamak için kafa yoramayacak kadar bitkin hissediyordu. Kadın ona gülümsüyor ve saçlarını okşarken sevgiyle dokunuyordu, aslında annesinin yapması gerektiği gibi... Bebeğin kimden olduğunu, babasının nerede olduğunu sormuştu muhakkak ve cevap tepkisini hiç değiştirmemişti. Oysa annesi duyduğu anda hastalıklı bir şeymiş gibi uzaklaşmıştı kızından, kendi öz kızından… Ebe kadınsa arada çevresindekilere birkaç komut vermiş ve hızlanmalarını söylemişti yalnızca ya da hareketlerini buna yormuştu Mandy. Kadının sormasının tek sebebi zor bir doğuma mı yoksa kolay bir doğuma mı hazırlanması gerektiğini öğrenmek istemesiydi. Bir nigra da bir alba da diğerinin çocuğunu doğururken zorlanırdı. Hatta nigralar yaratmanın zıttı bir yapıya sahip olmaları yüzünden normal doğumda da neredeyse aynı zorluğu yaşıyorlardı. Çektiği acının bir nigranınkinden kat kat az olduğunu düşünerek rahatlamalıydı büyük ihtimalle. Ama acı çekerken rahatlamaya çalışmak da ekstra bir yorgunluktu sonuçta. En iyisi acıyı olduğu gibi kabullenmekti.

“Ikın!” “İt onu!” “Daha fazla!” “Tekrar ıkın!” gibi komutlarla geçen birkaç saatten sonra Mandy’nin çığlıklarının yerini daha tiz tek bir çığlık aldı. Kanlar içinde, küçük, buruş buruş bir şeyin çığlığı. İlk çığlık, yaşam çığlığı, bir lenceusun hayata tutunuş çığlığı… Onu kucağına aldığında deneyimsiz annenin bütün acıları dindi sanki, yorgunluğu unutuldu… Tek gerçek kucağındaki minicik buruş buruş şeydi. "Leon... Oğlum... Hoşgeldin..." Bebeğini şefkatle sardı, kokladı, öptü ve beyniyle bir mesajı iletmeye çalıştı kilometrelerce uzakta endişeyle bekleyen adama “İkimiz de iyiyiz…”. Küçük oğlu kucağından özenle alınırken fazla direnmedi, direnecek gücü yoktu ki… Oğlunu odadan çıkaran hemşireyi kapıya kadar gözleriyle takip etti sonra huzurla uykuyu çağırıştıran dinlendirici bir baygınlığa sürüklendi.

Rüyasında Nolan’ı telefonla Leonardo’ya haberi iletirken gördü, sonra da sevdiği adamı mutluluk göz yaşları dökerken… Bir yandan kahkahalar atar bir yandan da gözlerinden yaşlar akarken ve şükrederken… Bu aslında bir rüya değildi, tam da o uyurken olan şeydi! Sonra rüyası boyut değiştirdi, onu aylar öncesine Leo’nun kapısına dayandığı güne götürdü…

    Hava soğuk ve yağmurluydu. Çoğu günler yaptığı gibi bileğindeki izi fondötenle kapamaya gerek duymamıştı. Bu beyhude bir çaba olurdu, yağmur nasılsa her şeyi siler süpürürdü… Üstelik böyle bir şeye zaman yoktu, onu hemen görmeliydi. Leonardo kapıyı açtığında yüzü önce şaşkın sonra öfkeli bir hal almış ve genç kadını bileğinden tuttuğu gibi hızla içeri çekerek kapıyı kapatmıştı. “Sen ne halt ettiğini sanıyorsun!” “Leo bileğimi acıtıyorsun!” Adamın yüzündeki ifade hızla değişmiş ve hemen kadının bileğini sevgiyle dudaklarına götürüp özür diledikten sonra yeniden öfkeli haline dönmüştü. “Saat 4! Buraya ancak gece gelebileceğini konuşmamış mıydık? Mandy görülebilirdin, avlanabilirdin! Lanet olsun bunu bana neden yapıyorsun?” “Konuşmamız gerekiyordu…” “Birkaç saat daha bekleyebilirdin!” “HAYIR! Bekleyemezdim Lio! Bekleyemezdik…” İçgüdüsel olarak ellerini karnına götürdüğünde adamın gözleri kocaman açıldı. Önce kadının henüz belli olmayan karnına sonra da gözlerine baktı. Konuştuğunda sesi fısıltıdan daha yüksek değildi. “Nasıl… Nasıl olur? Biz… Korunuyorduk…” Mandy cevap vermedi, veremedi! Korundukları falan yoktu… En azından Leo korunmadığında Mandy kesinlikle hap falan içmiyordu. Adam aradığı cevabı kadının gözlerinde okudu. “Ohh… Mandy… Bunu neden yaptın?” Kadın gözlerinin dolduğunu biliyordu ama boş yere ağlamamak için uğraştı. Leonardo böyle bir şeyi asla kabullenmezdi, bunu biliyordu bilmesine, yine de şansını denemek zorundaydı. “O… av değil…” “Hayır, elbette değil Mandy, o bir bebek!” “Sana ait!” “Bizim ama bize ait değil aşkım o kendi başına bir can!” “Ona bağlanmayacağız bile! Yaşamak ve ölmek arasındaki farkı bilecek olgunlukta olmayacak!” “MANDY! Yeter! Nasıl… Nasıl böyle düşünebilirsin?” Daha fazla hakim olamadığı yaşlar gözlerinden boşanırken kendine hakim olmayı tam anlamıyla bir kenara bırakmıştı genç kadın. “Seni seviyorum Leonardo! Ölmeni istemiyorum! Avlanmıyorsun, günden güne soluşunu izliyorum ve hiçbir şey yapamıyorum!” Adam anlayış ve şefkatle ismini fısıldıyor ve kadını kollarına almaya, yatıştırmaya çalışıyordu. Ama Mandy’nin yatışmak gibi bir niyeti yoktu. “Nasıl düşünmem ha nasıl? Başka şans mı bırakıyorsun bana? Nasıl ölümünü izlememi beklersin benden? Daha önce iki kere avlanmadın mı? Neden yine yapamayasın?" Öfkelenme sırası şimdi adamdaydı. Beklemediği bir darbe almışçasına sarsıldı. Sesi yükseldi… “Henüz çocuktum Mandy, gençtim! Kararı ben değil ailem veriyordu! Bunları sana anlattım, iki masumun canını almış olmaktan ne kadar tiksindiğimi anlattım sana! Yüzlerinin her gece kabuslarıma girdiğini anlattım! Nasıl benden bir can daha almamı istersin? Üstelik kendi çocuğumun canını, canımdan çok sevdiğim kadının bir parçası olan çocuğun canını…" Karşısında hıçkıra hıçkıra ağlayan kadının gözyaşları adamı çabucak sakinleştirdi. Kadını kollarına aldı ve başını göğsüne yasladı, saçlarını şefkatle okşadı. “Benim sevecen albama ne oldu? Acımasız olması gereken bendim hani? Mandy… Bu çocuğu istiyorsan, onu sevecek ve koruyacaksan doğur. Yemin ederim ki ölene dek ikinize de bir zarar vermelerine müsaade etmem! Ama bu çocuğu bana kurban etme niyetiyle doğurmayacaksın! Bunun yerine kendimi şimdi öldürürüm daha iyi!


Tüm gece konuşmuşlar ve adam sonunda kadını ikna etmeyi başarmıştı. Şimdi rüyasında aylar önce olan bir şeyi yeniden görürken nasıl oğlunu kurban edebileceğini düşündüğünü kendi de anlamıyordu…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Vis Sanctus
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Vis Sanctus


Mesaj Sayısı : 482
Kayıt tarihi : 07/11/10

~~Leon~~(Daphne Ruthree) Empty
MesajKonu: Geri: ~~Leon~~(Daphne Ruthree)   ~~Leon~~(Daphne Ruthree) Icon_minitimePaz Mart 20, 2011 11:56 am

Gerekli Uzunluk= 8 puan
Anlatım= 22 puan
Renklendirme/Görünüm= 8 puan
İçerik/Kurgu= 24 puan
Akıcılık= 10 puan
İmla= 10 puan
Paragraf Düzeni= 4 puan
Tutarlılık= 4 puan

Toplam= 90
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
~~Leon~~(Daphne Ruthree)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Daphne Ruthree
» Chris Leon
» Daphne
» Léon.
» Léon.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Contraria Vocantum Rpg :: Yönetim :: Rp Gücü Hesaplama-
Buraya geçin: