Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Dianne Felice~

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Dianne Felice
Rütbesini Almamış Üye
Rütbesini Almamış Üye
Dianne Felice


Karakter Yaşı : ~
Rp Partneri : ~
Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 18/06/11

Dianne Felice~ Empty
MesajKonu: Dianne Felice~   Dianne Felice~ Icon_minitimePaz Haz. 19, 2011 11:43 am

Etraf kapkaranlık. Öyle ki, kendi ellerimi bile göremiyorum. Minicik bir ışık arıyor gözlerim, ama bulamıyorum... Tutunacak küçücük bir dal, önümü görebileceğim minicik bir ışık. Her şeyden yoksunum. Bomboş, hiçbir şey yok. Sadece karanlık ve ben. Ben kimdim? Ne olmuştu? Neden her yer karanlık? Tüm bu soruların cevabını arıyordu zihnim ama hiçbir şey bulamıyordu.

Acı, acı dayanılmazdı. Sanki vücudumdan derimi ayırıyorlarmış gibi bir his. Yakıcı ve dayanılmaz. Neden, neden böyle bir acıya maruz kalıyordum. Ne yapmıştım veya ne olmuştu da yalnızdım bu bitmez tükenmez boşlukta. Her şeyden vazgeçmiş bir şekilde yere
oturmuşken annem geliyor yanıma, elini uzatıyor, "Ayağa kalk Amié" Uzattığı eli sımsıkı tutuyorum, özlediğim tanıdık bir çehre... Soru soran gözlerle ona bakıyorum. "Güzel prensesim benim, yalnız değilsin. Sakın vazgeçme, korkma. Zamanı geldiğinde her şey düzelecek. John'un ve Rose'un yanına döneceksin" Durdum. Söylediği isimler hiç tanıdık değildi. Hiçbir şey çağrıştırmıyordu. Annem bu durumu anlamış oalcak ki, bana döndü ve "Geçirdiğin kazanın şokuyla hatırlamıyorsun onları tabii. Birisi ebedi aşkım dediğin kocan, diğeriyse en büyük tutkun, kızın." dedi ve karanlığa doğru gitti.

Sen de gitme anne...
Bırakma beni buralarda yapayalnız.


Bu acının kaynağını anlayabilmiş değildim. Neden bu buz gibi karanlıkta tek başımaydım? Neden bu kadar yalnızdım? Hayatımdan hiçbir
kesiti hatırlayamıyordum. Sadece annem ve babamın yüzleri vardı zihnimde. Onlar da bulanık, düşünmemeye çalışıyordum. Sanki düşünürsem yok olacaklarmış gibi.

Zaman ve mekan kavramlarından yoksun bir şekilde buradaydım. Karanlığı iliklerime kadar hissediyorum. Hiç beklemediğim bir anda omzumda bir el, hiç tanımadığım bir yüz. Ama gerçekten çok yakışıklı. Kahverengi saçları ve hafif çıkık elmacık kemikleriyle oldukça hoş bir beyefendiydi. "Gel" diyor ve elini bana uzatıyor. Hiç tereddüt etmeden bir yabancıya elimi veriyorum. Elimi sımsıkı tutuyor, bana güven veriyor. Nedenini bilmiyorum ama bu adam bana hiç yabancı gelmiyor. Beni götürdüğü yerde bir araba ve içinde sıkışmış olan bir kadın... Biraz daha yaklaştığımızda fark ediyorum ki o kadın kendimden başkası değil! "Hayır, nasıl olur? Olamaz, hayır." diyorum. Bir yandan da gözlerimden yaşlar boşanıyor. Bana sımsıkı sarılıyor ve "Sana bir şey olmayacak, olmasına izin veremem. Şimdi hadi, bana geri dön hayatım, lütfen." diyor ve yokluyor...

Gözlerimi açtığımda orada olacak mısın?

Bir yerden düşüyordum. Yine karanlıktı. Ama bu düşüş beni korkutmuyordu, sanki gerekliydi... Tam yere vuracağım anda gözlerimi açtım. Bembeyaz bir oda, etrafta ilginç sesler çıkaran makineler var ve ben aman Tanrım! her yerime kablolar bağlanmış. Kolum alçıda, bacağım alçıda.

Yanımda birisi oturuyor. Bu kim? İyi giyimli birisi ama çok üzgün. Yüzüne baktığımda içinde kopan fırtınaları anlayabiliyorum. Çok acı çekiyor olmalı. Kahverengi gözlerini yüzüme kenetlemiş öylece bana bakıyor.

Boğazımda bir şeyler var sanki, konuşmamı engelleyen. Neler oluyor burada? Birileri bana açıklasa çok daha iyi olacaktı.

- Ben, neden buradayım? diyorum sessizce. Sesim çıkmıyor, inanamıyorum. Hadi ama ... İsmimi bile hatırlayamıyordum. Neler oluyor?

- K..kaza ya..aptık ondan b..burdayız

Ne kazası yapmıştık da burada bu haldeydim? Adamın gözlerinin içine baktım, bir şeyler anlatması için.

- Nasılsın bebeğim? Beni bırakmandan o kadar çok korktum ki..

Bebeğim mi? Sen kimsin ki bana bebeğim diye hitap edebiliyorsun? Bana böyle hitap etmek için...

- Çok üzgünüm hayatım. Gerçekten! Seni buna zorlamamalıydım.

Bir anda yerimden kalkmaya çalıştım ama bacağım ve kolum buna izin vermedi. Neler oluyordu böyle? Kendimi berbat hissediyordum ama sanki konuşacak kadar iyiydim de.

- Bakın bay ... Ben sizin bebeğiniz veya hayatınız değilim. Sanırım beni birileriyle karıştırıyorsunuz. Ama yine de, eğer başıma ne geldiğini bana söylerseniz çok mutlu olurum, bir yandan da vücudumun çeşitli yerlerine yapıştırılmış kablolardan kurtulmaya çalışıyordum.

- Hayatım, karıştıramayacağım tek şey sensin. Seni nasıl başkasıyla karıştırabilirim ki?

Adam ağzını her açtığında beni tekrar şoka sokuyordu. Şimdi bana hayatım dediğine göre biz yakın olmalıydık, değil mi? Ama madem onunla yakınız ben neden onu hatırlayamıyorum?

- Adım John Dillinger. Sen benim hayatımın anlamısın. Bu arada evliyiz ve bir kızımız var. Adı Rose

Ne?! Evli olduğum yetmiyormuş gibi bir de kızım mı vardı. Bu kesinlikle bir kamera şakası falan olmalı, çünkü benim evlilikle işim olmaz!

Kendisine John diyen o adam bana doğru yaklaştı ve hayatımda hiç duymadığım bir şeyden söz etti:

- Büyücü olduğunu hatırlıyorsun değil mi?

Gülümsüyordu. Ciddi anlamda çok yakışıklı oluyordu gülümserken. Bu bir şakaysa eğer, kocam rolünü oynaması için iyi bir seçim yapmışlar...

- Bakın John. Ben kim evlilik kim? Hele ki, çocuk yapmak. İmkansız. Ve
ayrıca benim sihir veya büyüyle hiç işim olmaz! Ben normal bir insanım.
dedi. Konuşmak beni yormuştu...

- Minik Rose için de üzgünüm. Ama benim hiç bilmediğim bir adamla evlenip çocuk yapma gibi bir düşüncem yok.

- Bilmediğin biri değilim ben Amié. Hatta en iyi tanıdığın biriyim. Ben senin kocanım! Rose gelince. O da senin
kızın. Ve seni çok seviyor.


Elini bana uzatmıştı. Yüzük parmağındaki yüzüğü dikkatle inceledim. Öyle saçma sapan bir şeye benzemiyordu. Ben seçsem bu kadar zevkime uygun olurdu.

Zaten sen seçmiştin onu Amié...

Elimi havaya kaldırdı ve yüzük parmağımdaki yüzüğü bana gösterdi. Kabul etmeliyim ki, gerçekten inanmaya başlıyordum.

- İnandırıcı oldu mu karıcım? yine gülümsüyordu...

Kafam öylesine karışmıştı ki, kendimi kaybetmekten korkuyordum. Kocaman bir hiç'liğin ortasında kalakalmıştım. Yalvaran gözlerle John'a bakıyordum.

Eğer bu bir oyunsa, cidden hoş değil...

-
Tamam, bir saniyeliğine size inandığımı varsayalım. Madem, sen ve ben şeyiz... İşte her neyse, neden ben seni hatırlamıyorum bay "hayatımın erkeği" ?


- Şöyle söyleyeyim sevgili karıcım. Arabayla taklalar attın ve hafıza kaybın var. O yüzden hatırlamıyorsun beni.

Demek ki, gördüğüm rüya gerçekti. Kolumun sızısı dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Sanki kolumu yerinden söküyorlardı. Böylesine bir acı...

- Nasıl hissediyorsun?

- Berbat hissediyorum, önce bir kocam ve ocuğum odluğunu öğreniyorum. Şimdiyse, bir araba kazası geçirdiğimi.... sesim hıçkırıklarla bölünmüştü. Evet, ağlıyordum..

- Başım çatlayacak gibi ağrıyor. Dayanılmaz bir acı bu!

Ben ne yapmıştım böyle? Kendine bu kadar zarar verecek birisi değildim ben..

- Şşt! Gözlerini kapa ve huzurlu bir yer düşün. Ben de hep işe yarar. En azından acını dindirir

Gözyaşlarımı silmesi bana tanıdık geliyordu ama kafamda hiçbir şey canlanmıyordu. Sanki hafızama reset atmış gibiydim. Sanki birileri bana büyü yapmıştı da, tüm geçmişimi unutmuştum. Bir şeylerin olmuşluğunu hatırlıyordum ama kafamda hiçbir görüntü yoktu.

Kafamı istemsizce onun omzuna koydum ve:

- Lütfen beni buradan çıkar. Ev diyebileceğim bir yere götür. Yalvarıyorum sana. Muhtemelen orayı da bilmiyorum ama yeter ki burası olmasın... Sesim öylesine zayıf çıkmıştı ki, beni duyduğundan bile emin değildim.

Yanımdan ayrıldı ve geldiğinde hazırlanmama yardımcı oldu. Gerçekten çok yardımseverdi. Bana böyle yardım etmesi hoşuma bile gidiyordu. "En azından bu yerden kurtulmana sevinmelisin" dedi ve beni kucağına aldı. Bir anda etraf değişti. Bir evdeydik. Benim evim mi burası? Gerçekten iyi döşenmiş. Kim dekorasyonuyla ilgilendiyse gerçekten iyi iş çıkarmış...

- Evine hoş geldin dedi ve merdivenleri çıkmaya başladı. Bir odaya gelmiştik. Çift kişilik bir yatak vardı. Tanrım, tanımadığım bir adamla evliyim!

Beni yatağa bıraktığında gerçekten çok rahatladım. Yumuşacıktı. En az bir bulut kadar yumuşaktı ve ilk defa bir şeyler tanıdık geliyordu.

- Hemen geliyorum. Bir yere kıpırdama dedi ve odadan çıktı.

Ben de bu sırada yatağın içine girdim ve örtüyü iyice üzerime çektim. Üzerimde hala o lanet hastane kıyafetleri vardı ve üşüyordum. Zaten bir yandan da korkuyordum. Neredeyim ben?

Odaya geldiğinde üzerini değiştirdi. Gözlerimi kapatmak zorunda kalmıştım. Çünkü, bu adamı tanımıyordum.

- Daha iyi misin?

Cevap vermek için kafamı çevirdiğimde John yanımdaydı. Bu kadar yakın olmamız beni rahatsız etmişti. Ama bir yandan da güvensizlik hissetmiyordum.

- Size çok minnetarım John Bey. Kendimi iyi hissediyorum, sağolun. Ama bir şey merak ediyorum. Biz hastaneden buraya nasıl geldik?

- Ciddi misin?

Şaşırmış gibiydi. sanki bilmem gereken bir şeyi bilmiyormuşum gibi geldi.

- Ahh! Cisimlendik. Bir yerden bir yere taşınma diyelim

Tam ağzımı açmış onu soru yağmuruna tutacakken odadan içeriye hayatımda gördüğüm en güzel kız girdi ve yatağa atlayıp bana sarıldı.

- Anneee!

Saçlarına doyasıya kokladım. Tanrım, ne muhteşemdi! Üzerindeki pembe pijamalarıyla o kadar şirin görünüyordu ki...

- Rose.

Adı bu muydu? Rose? Bir anda ağzımdan öyle çıkıvermişti. Umarım Rose'dur, yoksa çocuk çok üzülür... Rose boynuma sarıldıkça kendimi yenilenmiş hissediyordum. Bana bir hayli iyi gelmişti, ama beni böyle görmek onu pek mutlu etmiyordu sanırım.

Evli olduğunu kabullenemeyen sen, bir kızın olduğunu kabullendin ve hemen alıştın.

- Anne, neden kolunda ve bacağında o beyaz şeyler var?

Alçılarımı merak ediyordu. Hangi çocuk annesini böyle görmek ister ki? Ona sımsıkı sarılıyordum. Cevap verememiştim. Ne anlatacaktım ki? Daha ben bile bilmiyordum başıma neler geldiğini..

- Rose, annenin biraz kolu ve bacağı incinmiş. Doktor amcalar da geçmesi için alçıya almışlar

Rose'u göndermiş olan John'a kısa süre kızsam da kızgınlığım fazla uzun sürmedi. Bir yandan da sevinmiştim. Çünkü; beni böyle gördükçe üzülen Rose'a dayanamıyordum. Kalbim adeta sızlıyordu.

- Aç mısın? Birşeyler yiyebiliriz...

Yatağa bağlanmıştım ama yine de yavaşça yerimden kalkmaya çalıştım ve John'un koluna girdim. Ayaklarım beni doğruca alt kata götürüyordu.

Hatırlıyorum...

- Bu mutfak çok tanıdık geliyor... dedim sessizce.

- Waffle yersin değil mi?

Waffle dediği anda kafamda bazı anılar canlanmıştı:

"Buz
gibi bir soğuk var, lapa lapa kar yağıyor. Üzerimde kırmızı paltom birisiyle yolda yürüyorum. Gündüz olmasına rağmen sokaklarda çok az kişi var. Yürüyoruz ve en sonunda bir yere oturuyoruz 'Le Café'. Yanımıza gelen garson kibarca ne istediğimizi soruyor ve birkaç dakika sonra önümüze Waffle getiriyor. Yediğimde hayatımda tattığım en güzel waffle'ın bu olduğunu anlıyorum. Tadı muhteşem, cennetteki bütün
meyveler sanki bunu içinde. Karşımdaki adamsa, John. Bana bakıyor... Daha yeni yeni tanışıyoruz. İlk defa Paris'e geldiğinden falan bahsediyor."

Seninle çok yaşanmışlığımız var John...

- Leziz görünüyor. Ama tabii ilk önce ustamızdan geçmeli diyerek önüme bir tabak koyuyor.

Elime çatalı alıyorum ve tadına bakıyorum. Tek kelimeyle nefis!

- Muhteşem olmuş. Paris'teyken yi kapmışsın tadını dedim gülerek.

- Senin sayende en iyi waffleları orada yedim. Onun dışında gerçekten de güzel bir gündü ve sen hatırlıyorsun

Bir şeyleri hatırlayabilmek beni gerçekten çok memnun etmişti. Boşluktan kurtuluyordum yavaş yavaş.

- Hayatımın en iyi günlerini senle yaşadığıma yemin edebilirim

Elini tuttum. Son birkaç saatte onu deli ettiğimi düşünüyordum. Anlayışlı olmak lazım. Benim onu unutmam bile büyü bir şeydi.

- Rose'un sana benzediğini ve çektiğini söylemem gerek hayatım

- Hatırlıyorum da, bebekken ne kadaa yaramazdı...

Bir şeyleri unutmanın verdiği acıyı tanımlamak zor, onları yeniden hatırlayabilmenin verdiği mutluluğu anlatmak ise imkansızdı benim için. Annem ve babam öldükten sonra içimde oluşan Yalnızlık Korkusu anladığım kadarıyla iyice büyümüştü. Yaşaığım hayatı, kim olduğumu unuttuğum için yalnız kaldığımı düşünüyordum. Oysa ki, hiçbir zaman yalnız olmayacaktım. Kızım ve kocam sayesinde bir daha asla yalnız kalmayacaktım. İçimde oluşan bu korkuyu bertaraf etmenin rahatlığıyla yemeğime devam ettim. Konuşurken John'un yüzünü seyrettim bir süre. Benm düzelmiş olmama en az benim kadar seviniyordu. Eskisi gibiydik galiba artık. Hayatımda kocaman bir boşluk oluşmuştu onları unuttuğumda, şimdiyse o boşluğun üstünü bir daha hiç açılmamak üzere kapamıştık.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Vis Sanctus
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Vis Sanctus


Mesaj Sayısı : 482
Kayıt tarihi : 07/11/10

Dianne Felice~ Empty
MesajKonu: Geri: Dianne Felice~   Dianne Felice~ Icon_minitimePaz Haz. 19, 2011 10:10 pm

Gerekli Uzunluk= 9 puan
Anlatım= 18 puan
Renklendirme/Görünüm= 9 puan
İçerik/Kurgu= 19 puan
Akıcılık= 10 puan
İmla= 8 puan
Paragraf Düzeni= 3 puan
Tutarlılık= 5 puan

Toplam=81
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Dianne Felice~
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Contraria Vocantum Rpg :: RP Out :: Arşiv :: Rol Oyunları-
Buraya geçin: