Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Sessiz, kendi halinde bir gece....

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Adrian Walker
Doktor (A)
Doktor (A)
Adrian Walker


Karakter Yaşı : 20
Rp Partneri : ~
Mesaj Sayısı : 6
Kayıt tarihi : 27/02/11
Gerçek Yaş : 29

Sessiz, kendi halinde bir gece.... Empty
MesajKonu: Sessiz, kendi halinde bir gece....   Sessiz, kendi halinde bir gece.... Icon_minitimePtsi Şub. 28, 2011 10:53 pm

Vakit gece yarısını geçiyor. Hayat, bütün karmaşasıyla karanlığın içine saklanmış… Issız sokaklarıyla terk edilmiş gibi görünen gece, kendi koynunda çoğalıyor. Ölüm, gecenin içinden geçiyor, karanlık taşra kentlerinin terk edilmiş sokaklarından dağlara doğru gidiyor ve ben de o sokaklardan birindeyim…

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında ve arkama bakmadan yürüyorum. Kafamı yukarı kaldırma cesaretinde bile bulunamıyorum, çünkü gördüğüm her şey, belki bir rüzgâr esintisi bile bana seni hatırlatacak, biliyorum. Bütün duyularımı kapatmış bir şekilde elle sayılacak kadar az olan gece lambalarının altından geçiyorum. Bazıları arada sönüyor, aynı benim şu an her geçen saniye yaşama isteğimi kaybettiğim gibi. Karanlık yollara girmeye korkuyorum, çünkü biliyorum yolumun karanlığa sapan noktasında senin bana elveda diyen siluetini göreceğimi. Sen gittikten sonra hayatımın aynı o yanıp sönen gece lambası gibi olduğunu biliyorum; acınası, narin, kırılgan, ama yinede bir umut arayıp hayata tekrar tutunmaya çalışan… Kafamı yavaşça ve korkarak yukarı kaldırıyorum, aynı iç dünyam gibi kara göklerde kül rengi bulutlarla kapanık, evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. Sonra etrafa bakınmaya başlıyorum, belki gecenin bu saatinde tanıdık birini görürüm umuduyla ama hiç kimse yok in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık. Biri benim biri de bu başıboş kaldırımlar. Zaman geçtikçe terk edilmişliğin gerçek acısını içimde hissediyorum. Her geçen saniye artık bütün kapıların kapandığını, uzak pencerelerdeki bütün ışıkların teker teker söndüğünü fark ediyorum. Artık, bu sokakta TEK başıma olduğumu anlıyorum…

Biraz daha yürüdükten sonra ilerde hala açık olan bir han görüyorum. Adımlarımı yavaşça ona doğru yöneltiyorum açlığımı ve uykusuzluğumu giderebilmek umuduyla. Kapıyı yavaşça açıyorum. İçeride yanan şöminenin sıcaklığı ve hanın mutfağından gelen sıcak hava dalgası adeta hoş geldin diyip, seni çekiyor. İlk başta biraz tereddütte düşüyorum bu sıcak yeri benim soğuk kalbim kaldırabilecek mi diye. Ama beni kapıda karşılamaya gelen bayan garsonlardan biri beni kolumdan tuttuğu gibi içeriye çekiyor. Ona karşı koyamıyorum ya da koymak istemiyorum. Garsona teşekkür etmek için dönüyorum, bu sırada onun daha gencecik beklide on dokuzuna yeni girmiş genç bir bayan olduğunu fark ediyorum. Kıvırcık alev rengi saçları şöminenin arkadan gelen renk tonlarıyla adeta parlıyor. Hala açık olan kapıdan gelen küçük bir esinti buklelerini yüzünün önüne düşürüyor. Onları elinin narin bir hareketiyle yuvarlak yüzünün önünden çekiyor ve yemyeşil gözlerinin ortaya çıkmasını sağlıyor. Aklımdan bir handa çalışmak için çok güzel gibisinden düşünceler geçiyor, ama bunları düşünemeyecek kadar yorgun olduğum için yüzüme sahte bir gülücük kondurup “Teşekkürler, galiba gerisini ben halledebilirim.” diyorum. Kızda benim sözlerime karşılık masumane bir gülücükle yanımdan ayrılıyor. Etrafıma bakıyorum, klasik bir han görüntüsü… Etrafta bir sürü masa ve sandalye, her masanın üstünde en az iki üç şişe içki, bir duvarın önünde hanın barı onun karşısındaki duvara da ise şömine… Bardan en uzak, şömineye biraz yakın olan bir masa gözüme kestiriyorum ve ona oturuyorum. Masamın yanında bulunan pencereden dışarıdaki kasveti görebiliyorum, şöminede yanan odunların verdiği ısı her hücreme işleyip ısıtıyor beni. Ama onların bile ısıtamadığı bir yer var, zavallı kalbim… Birkaç dakika oturduktan sonra beni sıcak basıyor ve üstümdeki paltoyu çıkartıyorum, atkımı da çıkarmayı düşünüyorum ama sonra onu çıkarmaktan vaz geçip arkama yaslanıyorum. Elimi yavaşça kaldırıyor ve en yakından geçen garsona “Pardon bana bir şişe bira getirebilir misiniz?” diyorum. Bu sefer farklı bir bayan garson dediklerimi fark ediyor, bana bakıp gülümseyip bara içkimi getirmeye gidiyor. Bende bu sırada tekrar düşünceler dalıyorum…

Kokular ve sesler olmasa beklide geçmişimiz olmazdı. Hayatımız boyunca duyduğumuz bütün sesler arasında en az tanıdığımızdır, belki de hiç tanımadığımız tek ses kendimizindir. Başka sesler bize birçok şeyi hatırlattığı halde kendi sesimiz bize hiçbir şey hatırlatmaz. Bu kadar yakın olup da sesine ve kokusuna yabancı olduğumuz tek insan kendimiziz. Belki de bu yüzden bir başka insanın sesine ve kokusuna bu kadar çok ihtiyaç duyuyoruz. Belki de bu yüzden seni hala unutamıyorum aşkım… Seni kendimden bile daha iyi bildiğim için…

Beni düşüncelerimden kesen bira şişemin masaya konulurken çıkardığı ses oldu. Garsonun yanıma geldiğini fark etmemiştim bile. Teşekkür etmek için kafamı kaldırdığımda yine o kızıl saçlı kız olduğunu fark ettim. Bu sefer içten bir gülümseme ile konuşmaya başladım “Teşekkür ederim…” dedim ama takıldım, ona ismi ile hitap etmek istiyordum ama daha ismini bile bilmiyordum. Yüzüm biraz kızardı ve sanki yanıt arayan küçük mahcup bir çocuk gibi ona baktım. Benim sorunumu anlamış olmalıydı ki “Beatrice.” Diyerek ismini söyledi. Rahatlatıcı bir nefes alarak “Teşekkürler ederim Beatrice.” Dedim ve onun gözden kaybolmasını bekledim. Bira şişem açıktı, bu yüzden elime aldığım gibi kafama diktim. Bunun beni sarhoş edemeyeceğini biliyordum ama o kadar mutsuz ve kötüydüm ki aldığım her yudum bana bir şişe gibi geliyordu…

Şişenin çoğu bitmişti, içinde belki bir iki yudumluk bir şey kalmıştı. Artık içkinin de etkisiyle etraf daha da sıcak geliyordu, uykusuzluğumda etkisini göstermeye başlamıştı. Gözlerim istemsiz bir şekilde kapanıyordu, onları açık tutmak için elimden geleni yapıyordum ama bedenim benden güçlü olduğunu gösteriyordu. Gözlerimin tamamen kapanmasına ramak kalmıştı ki ONU gördüm. Sapsarı beline kadar inan saçları, masmavi gözleri, şirin minik burnu ve kıpkırmızı dudakları… Hemen ayağa kalktım, o kadar hızlı kalkmıştım ki sandalyem düşmüş ve arkasında asılı olan paltom yerdeki kırık bira şişelerini üstüne düşmüştü. Paltomu yerden alıp silkeledim ve masama koydum, onu takip etmek için, onla sadece birazcık konuşabilmek için etrafa baktığımda ise o yoktu… Belki çoktan çıkıp gitmişti ya da belki de zihnim bana küçük bir oyun oynamıştı. Ne olduğunu bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı, o seni son görüşüm olacaktı sevgilim. Niye yaptın ki bunu bana, niye beni böyle yapayalnız bırakıp terk edip gittin beni. Aslında biliyordun, ölüme karşı senden başka sığınacak yerim yoktu benim. Sana karşı ise sığınacak tek yerim yazılar… Yazılar ise beni yeniden ölüme götürürdü. Ölümden sana, senden yazılara, yazılardan ölüme dolaşır dururdum gece yarıları. Şiirler gelir aklıma Baudelaire’den dizeler…

Derdim, yeter, sakin o, dinlen biraz artık,
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam,
Siyah örtülere sardı her yeri karanlık
Kimine huzur iner gökten, kimine gam…

Bana gökten gam bahşedildi sevgilim, bana senin yokluğum bahşedildi. Artık biliyorum, hissediyorum. Aşk bitti… Ardında büyük yalnızlık ve aşılmaz boşluk bıraktı.

Cebimden küçük sarı sayfaları olan bir not defteri ve bu defter kadar küçük bir kalem çıkardım. Kalemden incecik bir yazı akmaya başladı usulca. Kelimeler... Küçük, minik, kopuk kelimeler. Sonra onlar birleşti, toplandı ve aslında kendini sürekli tekrarlayan kısa bir cümle oluşturdular…

İnsan şaşırır ölümü görünce.
Her ölümle değişirsin.
Her yok oluşla biraz da sen yok olursun.
Hep beklenmedik bir şeydir ölüm.
Geleceği bilinen, geleceğine hiç inanılmayan…
Bir gülüş, bir mısra, bir ses, bir şarkı kaybolmuştur.
Hayattan tek bir gün almak istersin.
Sadece tek bir gün.
Yoktur.
Ölümün zamandan alınacak ödünç anların bitmesi olduğunu kavrarsın…

Yazmam bitince defteri kapattım ve aldığım şekilde onları geri yerleştirdim. Şu saniyeden sonra hiç kimseyle konuşmak istemiyordum. Yavaşça ayağa kalkıp paltomu giydim, üzerinde kalan son birkaç kırık bira şişesi parçalarını attım. Parayı oturduğum masanın üstüne bıraktım. Yavaşça hanın kapısını açıp kendimi yine karanlık sokaklara bıraktım…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Vis Sanctus
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Vis Sanctus


Mesaj Sayısı : 482
Kayıt tarihi : 07/11/10

Sessiz, kendi halinde bir gece.... Empty
MesajKonu: Geri: Sessiz, kendi halinde bir gece....   Sessiz, kendi halinde bir gece.... Icon_minitimeSalı Mart 01, 2011 1:46 pm

Gerekli Uzunluk= 10 puan
Anlatım= 18 puan
Renklendirme/Görünüm= 8 puan
İçerik/Kurgu= 19 puan
Akıcılık= 9 puan
İmla= 8 puan
Paragraf Düzeni= 5 puan
Tutarlılık= 5 puan

Toplam= 82
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sessiz, kendi halinde bir gece....
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Gece Karanlığı.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Contraria Vocantum Rpg :: Yönetim :: Rp Gücü Hesaplama-
Buraya geçin: