Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Adrithiel - Puanlama

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Adrithiel
Lanceus
Lanceus
Adrithiel


Karakter Yaşı : 25.
Rp Partneri : Aranıyor diyelim. Ümitli sayılmasam da.
Mesaj Sayısı : 8
Kayıt tarihi : 28/02/11
Gerçek Yaş : 31

Adrithiel - Puanlama Empty
MesajKonu: Adrithiel - Puanlama   Adrithiel - Puanlama Icon_minitimePtsi Şub. 28, 2011 11:22 pm

İnsanların hayat hakkındaki görüşleri her zaman çok çeşitli olmuştur.
Kimileri, bunun sadece sonraki aşamaya hazırlık olduğunu söyler. Cennet veya cehennem – asıl hayat. Tanrı’nın bizi işkence etmek için yarattığını ve bu yüzden yaşadığımızı söyleyenler de çıkar arada. Bazıları ise tesadüfi bir şekilde ortaya çıktığımıza, hayatın evrenin oluşturduğu bir espri olduğuna inanır. Benim hayatım ise, kocaman bir sınavdan ibaret. Bir savaş. Var olabilecek bütün garipliklerin arasında hayatta kalma savaşı.
Annemi ve babamı hiç tanımadım. Öldüler mi, yoksa beni bırakıp gittiler mi, bilmiyorum. Onlardan hiç haber almadığıma göre ölmüş olmalılar. Hayatım boyunca sürekli olarak gördüğüm tek kişiler olan Patty Teyze ve Nettie Teyze’den, anneme ne kadar benzediğimi duyardım arada bir, bu da ailem hakkında duyabildiğim tek şeydi. Malikânede annemin bir tablosu, ya da en azından bir fotoğrafı olmadığı için bu söylenen konusunda şüpheye düşsem de, işin aslını sorabileceğim kim vardı ki?
Patty Teyze ve Nettie Teyze ile büyüdüm. Asıl adları Patricia ve Netitia olan bu iki kadının adını telaffuz etmek o kadar zordu ki küçüklüğümde, bu şekilde kısaltarak kullanmak zorunda kalmış, en sonunda da alışmıştım. Patty ve Nettie kadar birbirine bu kadar benzeyen iki insan gördüğümü hatırlamıyorum. Aynı kesimde ve aynı renkte, tüvit kumaştan etek-ceket takımları giyerlerdi. Kahverengi naylon çoraplarının çizgileri her zaman yamuk olurdu, hatta bir keresinde beni azarlarlarken, çorapların çizgisinin ikisinde de aynı şekilde yamulduğunu fark etmiştim. Eşit beceriksizlik. Kıyafetlerini, alçak ökçeli siyah iskarpinler tamamlardı. Eğer onaylamayacakları bir şey yapıyor isem, bu ayakkabıların çıkardığı tıkırtılar onların yaklaştığının habercisi olurdu. Her şeyi beraber yaparlardı; yemek yemek, bahçeyle ilgilenmek, temizlik, kitap okumak… Sorumluluklarından arta kalan zamanları ise odalarında geçirirlerdi. Malikâne arazisi içinde istediğim her yere gidebilirdim; kütüphane, bodrum katı, tavan arası, misafir odaları, mutfak, ama onların odası her daim yasak bölgeydi.
Onlarla yaşamak biraz da sıkıcıydı aslında. Geri kafalı insanlardı, o güzel eski günlere dönmek için ellerinden bir şey gelse, muhtemelen yapana kadar ellerini artlarına koymazlardı. Koskoca malikânede televizyon yoktu. Telefon yoktu. Bilgisayar yoktu. Çamaşırları kocaman küvette elle yıkarlardı, bulaşıklar da aynı şekilde… Tüm sınırları aşmayı başarabilmiş tek elektronik alet, buzdolabıydı. Ne zaman canım sıkılsa bu eski aleti dürtükler, tekmeler, bir şekilde bozardım ve eğlence başlardı: Önce Nettie söylene söylene gelir, buzdolabının tepesine vurup çalışmasını haykırırdı, darbeler işe yaramayınca devreye Patty girerdi. İkisi de elektronik aletlerden pek anlamazdı, bu yüzden tamirci çağırmaları gerekiyordu, fakat evde telefon da yoktu. Birisinin postaneye gitmesi ve oradaki ankesörlü telefondan araması gerekiyordu. Açmaz burada ortaya çıkardı: Patty ve Nettie asla birbirleri olmadan dışarıya çıkmazlardı, fakat dışarı çıkarlarsa henüz reşit olmamış olan ben evde yalnız kalacaktım ve bu prensiplerine aykırıydı. Kim bilir neler karıştırırdım evde, kibritlerle oynayıp yangın çıkarabilir, evden kaçabilir, belki odalarına bile girebilirdim! Sonunda ikisi de birer kolumdan tutup beni küvete sokar, derimin en az iki katmanı soyulana kadar keselerken tamircinin masrafı, elektronik aletlerin güvenilmezliği, teknolojinin kötülüğü hakkında söylenmeye devam ederlerdi. Banyo faslından sonra, beni insan içine çıkarılabilecek hale sokma telaşı başlardı: Zaten seyrek olan saçlarımın bir kısmını sık dişli tarak sayesinde kaybederdim. Bir zamanlar Patty’e ait olduğunu söyledikleri eski püskü mavi elbise boynumdan geçirilir, görünen maksimum deri oranı mus çoraplarla iyice azaltılırdı. İki yıl önce aldığım, şimdi ise ayağıma küçük gelen kırmızı ayakkabılarımı giymeye çalışırken bir başka söyleve maruz kalırdım – ne çabuk büyüyordum ben öyle, yakında Harikalar Diyarındaki Alice gibi eve barka sığmayacaktım! Masraflıydım, saygısızdım, ah evet, bir de çok yiyordum, hatırlattığın için teşekkürler, Nettie.
İşin işkencesi bittikten sonra, nihayet eğlenceli kısım başlardı: Dışarı çıkmak! İki tarafımda iki yaşlı kadınla, kocaman bahçeyi çevreleyen katran karası demirleri aşıp iki yanı çayırlık olan toprak yola çıkardık. Şehir merkezine kadar kırk beş dakika yürümemiz gerekirdi, bu sürede ayakkabıların içinde tutsak kalan ayaklarımın haşatı çıksa da sonuç buna değerdi – her dışarı çıkışımda her zaman yeni bir şeyler öğrenirdim.
“Patty teyze, o ne?”
“O bir kokarca, Mellie. Kendini tehlikede hissederse iğrenç bir koku yayan bir gaz çıkarır.”
“Yani osurur?”

Tutmaya çalıştığım kahkaha burnumda öterken, koluma yediğim sert tokatla kendime gelirdim. Sonra, çalılıkların arasına atılmış dört köşe metal aleti görür, kendime hâkim olamaz, tekrar sorardım:
“Nettie teyze, bu bir bilgisayar kasası, değil mi?”
“Evet. Şeytanın işi bunlar, çocuk, diyorum sana – bir gün tüm bu teknoloji insanları çıldırtacak. Eskiden insanlar birbirlerine mektup yazardı, kadınlar sevgililerine gönderecekleri mektuba parfümlerinden sıkardı, erkeklerse o mektubu günlerce koynunda taşırdı. Şimdi ise her yer e-posta adresleriyle ve aptal kısaltmalarla doldu.”
“Haklısın Nettie’ciğim. Romantizm, kibarlık, bu devirde her şey öldü.”

Kırk beş dakikayı bu şekilde doldurduktan sonra şehir merkezine varırdık, postaneye gitmek için ise bir on dakika daha yürümek gerekirdi. Bu süreyi, en son ziyaretimden beri değişen şeylere bakarak geçirirdim – eski ayakkabıcı pastane olmuş, eski pastanenin yerini ise kocaman bir süpermarket almıştı. Nettie yolda uslu uslu yürüdüğüm için beni karamelli dondurmayla ödüllendirirken, Patty telefonda, malikâneye gelecek bir tamirci aramakla uğraşırdı. Bu göründüğünden de zor bir işti aslında – evin şehir merkezine uzak olması bir yana, bahçeyi çevreleyen siyah demirler ve ne kadar uğraşırsak uğraşalım bir türlü canlanamayan bitkiler yüzünden malikânemize perili ev muamelesi yapılıyordu. Patty’nin postanenin içinde yankılanan sesini camın arkasından duyabilmek mümkündü. “Bir peri postaneye gelip telefonda konuşur mu sence?” diye yırtınıyordu kadın. “Ya da bir perinin buzdolabı olur mu? Ah, sakın telefonu yüzüme kapatma ahmak adam – buna cesaret edemezsin… Alo? Alo? BOK HERİF!”
Son kelime ile Nettie’nin gözleri irileşir, başı utançla eğilirken sırıtırdım. Yeni bir kelime öğrenmiştim –
bokherif. Evde kelimeyi ısrarla tekrar etmem üzerine bir hafta boyunca pek çok ceza almıştım, fakat Nettie’ye ‘bok herif’ dediğimde yüzünün aldığı ifadeye tanık olmak her şeye değerdi. Buzdolabı numarası da güzeldi, fakat biraz abartmış ve arka arkaya üç gün yapmıştım, bu da dikkatleri evde yaramazlık yapabilme olasılığı en yüksek kişi olan bana çekmişti. Kafama buzlu su dökerek uyandırdıkları birkaç haftadan sonra, bundan da vazgeçmek zorunda kaldım ve malikânenin dışarısı tekrar yasak bölge halini aldı.
Bazen de, ilginç şeyler olması için benim bir şey yapmam gerekmiyordu, örneğin bugün olduğu gibi. Daha önce anlattığım duş işkencesine maruz kaldıktan sonra bu sefer Nettie’nin eskisi olan pembe poplin elbise giydirilmişti bana, maşayla kıvrılmış saçlarım ve kafamdaki tüylü şapka ile elli yıl önceden kalma bir porselen bebeğe benziyordum. Patty ve Nettie her zamanki gibi yanımdaydılar. Geçmeyi Cennet’in altın kapılarından bile çok istediğim demir kapının önünde duruyor, toprak yola bakıyorduk.
“Önümüzdeki hafta Sandy geliyor,” demişti Patty bir hafta önceki bir akşam yemeğinde. Nettie hoşnut bir ses çıkardı, kızardı ve ağzında lokma varken konuştuğu için özür diledi.
“Sandy kim?” diye sordum, ‘çatalımı aynı anda kaç adet bezelyeye saplayabilirim’ deneyi yaparken.
“Senin ikinci veya üçüncü dereceden kuzenin olmalı,” dedi Patty, bifteğinden bir parça keserken. Parçayı ağzına attı ve memnun memnun arkasına yaslandı. “Dirseklerini masaya yaslama, Melanie. Görgü kuralları bunun yanındakilere saygısızlık olduğunu açıkça belirtir.”
“Ah, Sandy muhteşemdir!”
dedi Nettie, kardeşini duymamış gibi. Ellerini birleştirdi, yüzünde oldukça nadir gördüğüm gülümsemesi vardı. “Kibar, saygılı, güzel - tam bir hanımefendi!”
“Üçüncü kocasından boşandığını duymuştum,”
dedi Patty, Nettie kadar coşkulu görünmeyerek.
Nettie uzanıp kulaklarımı kapattı, fakat ne dediğini açık seçik duyabilmiştim. “Patrick’i hizmetçiyi becerirken yakalamış Patty, ne yapmalıydı yani?”
“Tolerans göstermeliydi. Erkekler aç varlıklardır, önlerindeki yemek yeterince güzel değilse daha iyi bir yemek servis eden başka bir restorana giderler.”
“Sandy’nin yemekleri yeterince güzel – iri ve dolgun. Servisi de iyi?”

Bir Nettie’ye, bir Patty’e bakıyordum. Daha önce bir konuda farklı düşüncelere sahip olduklarını görmemiştim hiç, fakat şimdi, bundan daha ilginç bir konu dönüyordu ortada. “Becermek ne demek?” diye sordum merakla. Şokla açılmış iki çift göz bana dönerken yerimde sindim.
“Böyle kelimeleri nereden öğreniyorsun bilmiyorum,” dedi Nettie, kaşları neredeyse saç diplerine değecekti.
“Bir erkek arkadaşın mı var yoksa?” diye sordu Patty sinsice.
Yemek sona erdikten sonra pek de hoş olmayan ve şaşırtıcı bir şekilde canımı acıtan birkaç ayrıntıya katlanmak zorunda kaldım. Başlarını bacak aramdan kaldırdıklarında tatmin olmuş görünüyorlardı, fakat bir hafta boyunca odamdan çıkmama cezasına çarptırıldım. Şimdi ise cezam bitmişti ve işte buradaydık…
Gürleyen motor sesi yaklaştığında, Patty beni dürttü. “Dik dur. Eteğini düzelt. Burnunu da karıştırma.”
Elimi burnumdan çektim, sırtımı dikleştirdim ve demir kapının önüne park eden taksiye çevirdim dikkatimi. Şöför ön kapıdan çıkıp bagajdan iki adet ağır görünüşlü bavulu oflaya puflaya indirirken, Nettie demir kapıyı açtı. “Kıza dikkat et Patty – bak nasıl da fırsat kolluyor.”
Patty Teyze ellerini omuzlarıma koydu. Dışarıdan mutlu görünüyor olabilirdik, fakat elbisenin üzerinden derime saplanan tırnakların acısını bir tek ben bilebilirdim. “Gülümse,” diye hırladı Patty, dişlerinin arasından.
Taksinin arka kapısı açıldı ve beyaz, topuklu bir ayakkabı bastı yere. Onu diz altı pileli krem rengi etek, kolları dirseklere kadar kıvrılmış beyaz bir gömlek ve omuz hizası kıvırcık sarı saçlar takip etti. Nettie bir hafta boyunca Sandy’nin muhteşem güzelliği hakkında kafalarımızı ütülemişti, fakat benim gördüğüm kadın Patty ve Nettie’den bile çirkindi, hem de onlardan en az otuz yaş genç olmasına rağmen. İri, kemerli burnu yorulup yanağına yaslanmış gibiydi, gülümsemesinin ardından el sallayan sapsarı dişleriyle ve yüzünün bir tarafını tümüyle kaplayan yanık iziyle, eskiden Patty’nin okuduğu masallardaki kötü cadılara benziyordu.
“Hoş geldiiiiiiiiim!”
Eller iki yanda, hepimizi sevgiyle kucaklamak için açık, iri göğüsleri yüzünden zorlanan gömleğin düğmeleri yardım çığlıkları atmakta… Tiz ses bahçede yankılanırken, taksicinin korku içinde, arabayı döndürmeyi bile düşünemeden toprak yolda geri geri uzaklaştığını görebilmiştim.
“Ah, Sandy, canım!” Nettie de kollarını en az onun kadar açarak kadına koştu ve kucaklaştılar. Birbirlerinin sırtlarını sıvazlaya sıvazlaya bitiremediler kucaklaşmayı; sanki ikisinin de sırtlarına toprak bulaşmış, birbirlerine yardımcı olmak için silkeliyorlar!
“Patty, şekerim, nasılsın?” Kollarını açıp ona doğru ilerledi, fakat kadının elleri benim omuzlarımdan bir saniye bile ayrılmıyordu.
“Hoş geldin Sandy,” diye cevapladı Patty Teyze, sesi ne soğuk, ne sıcaktı. “Yolculuğun nasıldı?”
“Ah, berbattı,” dedi Sandy, neşesinden bir gram bile eksiltmeden. “Uçak yemekleri berbat oluyor, bir dahaki sefere trenle geleceğim.” Sonra, beni fark etti. “Ve sen deeeee küçük Mellie olmalısın!”
“Kocan hizmetçiyi gerçekten beceriyor mu?”

Kelimeler ağzımdan çıkar çıkmaz, Patty’nin tırnakların bir anda daha da sivrilip omuzlarımda delikler açacağını sandım, fakat kafamın arkasına dayanmış olan göbeğinin hoplayıp durmasından, gülmesini tutmaya çalıştığını anlayabiliyordum. Sandy’nin gülümsemesi bir an için solduysa da, daha da genişleyerek tekrar döndü. “Ah, pek de şeker bir çocuksun sen!” Kıvrılmış işaret ve orta parmakları yanaklarıma doğru ilerlerken acıya hazırlanarak gözlerimi yumdum. Sandy bu açıdan da hayal kırıklığına uğratmadı beni. Eve girdiğimizde yanaklarım sıkılmaktan kıpkırmızı olmuştu.
Nettie bana akşam yemeği yemeden odama gitmemi söyledi, patavatsızlığımın cezasıydı bu. Omuzlarımı silkip merdivenlere yöneldim. Sandy’i sevmemiştim zaten, Nettie de deli karının tekiydi ve bu gibi durumlar için, yatağımın altındaki gevşek döşeme parçasının altına yemek saklama alışkanlığım vardı. Bu bana cezadan çok ödül gibi gelmişti.
Yatağıma uzanıp elmaları kemirirken, bu serbest süreyi nasıl geçireceğimi düşünmeye başladım. Pek fazla oyuncağım yoktu, onlarla oynamayı sevmezdim de zaten. Biraz yatağın üzerinde zıpladım, biraz pencereden baktım, boyumun uzamasını hızlandırmak için yerde hoplayıp sıçramam da Nettie’nin gelip beni azarlamasına sebep oldu. Hiç çocuk olmamış mıydı bu kadın? Can sıkıntısı nedir bilmez miydi? Sessizce kütüphaneye gidip bir kitap aşırdım. Bir yıl önce okumayı sökmüştüm, bazı kelimeler kafamı karıştırıyordu ama kitap okumak eğlenceliydi. Farklı insanlar. Farklı hayatlar. Patty ve Nettie’siz bir hayat. Serüvenler, aşklar, ayrılıklar… Okurken uyuyakalmışım.

“Tak tak?”
Uyandım. Kitap önümde açık bir şekilde duruyordu, her yer karanlık ve sessizdi. Başucumdaki antika saat, biri gösteriyordu.
“Uyuyor musun, küçük kız?”
Gözlerimi ovuşturdum. Sandy’nin sesiydi bu, daha kısıktı ama tanıyabilmiştim.
“Uyanığım,” dedim hafifçe.
“İçeri girebilir miyim?”
Aceleyle elma koçanlarını ve kitabı yatağımın altına sakladıktan sonra yorganın içine girdim. “Girebilirsin.”
Kapı aralandı ve bir baş uzandı içeri. Kafasının tam altında tuttuğu gaz lambası yüzünü bir ucubeye aitmiş gibi gösteriyordu. Hiç ses çıkarmadan, yavaşça içeri girdi kadın ve yatağımın ayakucuna oturdu.
“Bir şeye mi ihtiyacın var?” diye sordum.
“Hayır, sadece uyuyamadım ve sıkıldım.”
“Evin havasındandır,” dedim bilmiş bilmiş. “Burada her şey her zaman durgun oluyor.”
Durgun. Bu kelimeyi kitaptan öğrenmiştim.
“Anlıyorum,” dedi, düşünceli bir şekilde.
Bir süre sessizce oturduk. Yere koyduğu gaz lambası duvarlarda garip gölgeler oluşturuyor, hayal gücüm ise onlarla iş birliği yapıp beni korkutuyordu. Sıkıntıyla gözlerimi yumdum. Sandy hem çirkin, hem de sıkıcıydı. Fakat haksız olduğum bir nokta vardı.
Özür dilemek erdemdir, demişti Nettie Teyze ve şu an ona ne kadar sinir olsam da, dediği gibi yapmak zorundaydım.
“Kocan hakkında söylediklerim için özür dilerim,” dedim, bakışlarımı yüzüne dikerek.
Kadın gülümsedi. “Önemli değil, küçük Mellie. Muhtemelen söylediğin şeylerin anlamını bile bilmiyorsundur.”
“Bilmiyorum, fakat sezebiliyorum.”
Ona Nettie ve Patty’nin bacak aramda aradığı şeyi anlattığımda, yüzü sertleşti.
“İnsanların çoğu önemsiz şeylere önem verip asıl önem verilmesi gereken şeyleri boş vermekte ustadır,” dedi, acıyan gözlerle bana bakarak. Gözlerimi kırpıştırdım. Bu cümle, benim anlayamayacağım kadar karışıktı, fakat bana yetişkin gibi davranmasından ve böyle bir cümle kurmasından hoşlanmıştım.
“Patricia ve Netitia yaşlılar. Çok yaşlı. Eskiden insanlar farklı şekilde yetiştirilir, farklı şekilde yaşarlardı, fakat bu ailede böyle değil. İnsanın kafasına vura vura öğretiyorlar geleneklere bağlı yaşamayı, çağa ayak uydurmayı ise vakit kaybı sayıyorlar. Okula gidiyor musun, küçük kız?”
“Arazi dışına çıkmam yasak.”

Sandy’nin üzgün üzgün başını sallaması üzerine “Durumum o kadar da fena sayılmaz,” diye devam ettim. “Bana bir şeyler öğretiyorlar. Geçen sene Nettie Teyze okumayı öğretti bana, Patty Teyze ise toplama çıkarma yapmayı. Kütüphane kocaman ve arada bir kitap aşırıyorum…” Çömelip yatağın altına sakladığım kitabı çıkardım. “Bak? Burada istediğim her şeyi yapabiliyorum…”
“Kafes ne kadar büyük olursa olsun, kanarya asla özgür olamaz…” Eski bir çocuk şarkısının sözleriydi bunlar, ve tam olarak ne anlama geldiğini ancak şimdi anlayabiliyordum. Ne acı!
“Dawn ve Peter hayatta olsaydı, bu şekilde yaşamana asla izin vermezlerdi.”
“Onlar kim?” diye sordum, merakla. Bunun üzerine, tuhaf tuhaf baktı bana, sanki iki artı ikinin cevabını bilememişim gibi.
“Onlar senin annen ve baban, Mellie.”
Bu yeni bilgiyi hazmetmem için, biraz sessizliğe ihtiyacım vardı. Sandy bana ihtiyacım olanı verirken, başımı dizlerime yasladım. Gözlerim pencerenin dışındaki karanlıktaydı.
Annem ve babam… Onları düşündüğümde kafamda canlanan kanlı canlı iki insan değil, bir fotoğraftı sadece. Yüzleri kesilmiş iki insan. Eksik parçalar ise kayıp…
“Patty Teyze ve Nettie Teyze bana onlardan hiç bahsetmedi,” dedim. Nereden geldiği belli olmayan bir yumru boğazıma oturmuş, kalkmamakta diretiyordu.
Sandy gözlerini devirdi. “Tam onlardan beklenecek davranış. Bir şey konuşulacak kadar hoş değilse, onun var olduğunu kabul etmek istemezler, hatırlamazlar bile.”
“Onları tanıyor muydun?”

Kadının kibarlığı boş verip yatağa bağdaş kurmasını izledim. Nettie’nin geceliklerinden birini giymişti, bileklerine kadar uzanan etekle nasıl bağdaş kurabildiğine hayret ettim.
“Tanıyordum,” dedi Sandy, tırnaklarını kemirirken. “Dawn görüp görebileceğin en kibar, en sevecen kadındı; Peter ise… Tam bir centilmendi. Mükemmel bir adamdı.”
Geçmiş zaman. Demek ki isteyerek bırakmamışlardı beni. “Nasıl öldüler?”
“Yangın.” Sandy, parmaklarını yüzünün hasarlı kısmında gezdirdi. Gergin pembe deri, gaz lambasının ışığında kapkaranlık görünüyordu. “Ben de oradaydım. O yangından bir tek ben sağ çıktım. Hizmetçiler, ev, hatta evin kedisi. Her şey yandı. Yanan etin o iğrenç kokusu her yere sinmişti.
Eskiden güzel bir kadındım, biliyor musun?”
Gülümsedi ve o bahsettiği güzel kadını görür gibi oldum bir an. Sandy, Patty ve Nettie hakkında yanılmamıştı. Nettie olanları hatırlamıyordu bile, Sandy’e baktığında onun bu halini değil, önceki halini görüyordu.
“Yangın nasıl çıktı?”
“Kundaklama.”
“O nedir?”
“Birisi yangını kasten çıkardı demek.”

Ses, Sandy’e ait değildi. Korku içinde kapıya döndüm: Patty Teyze.
“Odana dön, Sandy.” Ses buz gibi, gözlerse alev saçıyor… Sandy gözlerini kaçırarak ayağa kalktı. Yere bıraktığı gaz lambasını alıp Patty’nin yanından geçti ve gözden kayboldu. Patty Teyze kapıyı kapattı.
“Patty Teyze?” diye seslendim, gözlerim yanıyordu.
Kapı tekrar aralandı ve kırışıklarla dolu surat belirdi. “Evet?”
“Yangını kim çıkardı?”

Patty içeriye girdi. Elindeki gaz lambasını başucu sehpama koydu, daha sonra Sandy’nin oturduğu yere oturdu.
“Gerçekten bilmek istiyor musun?”
“Evet, lütfen.”
“Pekâlâ. Yangını Sandy çıkardı. Peter’a âşıktı o. Onunla evlenmek istiyordu. Peter ve Dawn’ın evinde yatıya kalmaya gitti. Bir asker olan babasından, patlayıcılar konusunda pek çok şey öğrenmişti. İstediği sadece Dawn’ın ölmesiydi, fakat bir şeyler ters gitmiş olmalı, bilemiyorum. Âşık olduğu adamı da öldürdü. Dawn, Sandy’nin hislerinin farkındaydı, seni görünce her şeyin kızışmasını istemediği için bize bırakmıştı. Üç dört yaşında ya vardın, ya da yoktun. O zamandan beri de buradasın. Memnun musun şimdi?”

Yaşlar birbiri ardına akarken, cevap vermeden baktım Patty’nin bıkkın yüzüne.
“Şimdi uyu. Yarın uzun bir gün olacak. Sandy’e etrafı gezdirmemiz gerekiyor. Tanrı biliyor ya, eğer akrabamız olmasaydı, onu çoktan atmıştım bu evden.”
Gaz lambasını alıp odadan çıkarak, beni düşüncelerim ve gözyaşlarımla baş başa bıraktı.


Out: Uzun soluklu bir hikaye olarak tasarlanmıştır, daha fazla uzaması yöneticilere zorluk çıkarabilir diye bu şekilde alternatif bir son ile bitirdim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Vis Sanctus
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Vis Sanctus


Mesaj Sayısı : 482
Kayıt tarihi : 07/11/10

Adrithiel - Puanlama Empty
MesajKonu: Geri: Adrithiel - Puanlama   Adrithiel - Puanlama Icon_minitimeSalı Mart 01, 2011 1:39 pm

Gerekli Uzunluk= 10 puan
Anlatım= 24 puan
Renklendirme/Görünüm= 8 puan
İçerik/Kurgu= 22 puan
Akıcılık= 10 puan
İmla= 10 puan
Paragraf Düzeni= 5 puan
Tutarlılık= 5 puan

Toplam= 94
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Adrithiel - Puanlama
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Adrithiel...
» Adrithiel.
» Adrithiel | Yetişkin

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Contraria Vocantum Rpg :: Yönetim :: Rp Gücü Hesaplama-
Buraya geçin: