Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Bir gezegen ve birbirine düşman iki ırk. Bir de arada kalanlar... Yüzyıllardır süre gelen bir savaş... Bu büyülü savaşa siz de dahil olun!

Üyeyseniz giriş yapın, eğer değilseniz hemen kaydolun ve eğlenceyi kaçırmayın!
Contraria Vocantum Rpg
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Vincent E. Monalite

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Vincent E. Monalite
Dolandırıcı
Dolandırıcı
Vincent E. Monalite


Karakter Yaşı : 82
Mesaj Sayısı : 46
Kayıt tarihi : 23/06/11
Gerçek Yaş : 28
Lakap : Vinnie the Pooh

Vincent E. Monalite Empty
MesajKonu: Vincent E. Monalite   Vincent E. Monalite Icon_minitimePerş. Haz. 23, 2011 2:06 pm

Cılız ayaklarından güç alarak ittirdi kendini karga, kanatlarını pelerin misali açarak. Sarmaşık güllerin koyu yeşil kolları, askere giden sevgilisinin boynuna sarılan körpe kızın gücü kadar ayrılmaz bir şekilde sarılmıştı siyah demirlere. O siyah demirlerden ilk bağını kesişinde karga yer çekimi kuvvetiyle ittirişini yaptığı hizaya geri inmiş, ardından o zamana kadar tüm heybetiyle açtığı kanatlarını aşağıya doğru esintiyi dövercesine indirerek gökyüzüne yükseltmişti kendini. Uğursuz sesi semada, dumanın yayılışı gibi bir ince yankılarıyla, bir tempo çizgisine bağlı kalarak yayılırken kuzguni karası tüylerinden biri o sert kanat çırpışlarından kopuverip sonbaharla gücünü yitiren kurumuş, kahverengi yaprakların mezarlığına, koyu yeşil çimlere doğru süzülmeye başladı. O yapraklar kadar rengi solgun dallarda kalmayı başarmış, ancak daha ne kadar sabredebileceği meçhul yaprakların her biri yere düşen dostlarının denizleriyle aynı renkteydiler. Kahverengi, turuncu, bordo... Açıklı koyulu her bir tonu böylesine bir cümbüş yaratarak manzaranın en albenili görüntüsü olmaları Tanrı'nın kullarına ölümün ürkünç cazibesinin hayata yansıtmasıydı aslında... Hiçbir engebeye sahip olmayan bu bir zamanlar büyük emek sarf edildiği belli olan alanı terk edilmiş gösteren şey ağaçlardan düşmüş yapraklar, hüzünlü çimlerin tonları, kenarlarda bitmiş yabani otlardı... Evet, bir zamanlar asilzadelerin göz zevkleri için biçimlendirdiği bu bahçe şimdi yapayalnızdı... Onların pahalı topuklularının takır-tukur ses çıkarttığı büyük satranç tahtası modeli, demirlerin oradan göz hesabıyla 12 metre falan ötedeydi en az. Gözlerini oraya dikmişti yabancı. Ya da ne kadar yabancı sayılırdı? En az şu kalın kökleri toprakların en diplerine kadar inen ağaçlar kadar, yılları demir atmıştı şu terk edilmiş bahçenin geçmişine... Fakat buna rağmen o genç yüzünün tıpkı diğer neşeli anılar kadar yabancı sayılması yanlış olmazdı. Yahut tam tersi, genç kız o yoğun kokusuyla rüzgara hükmeden toprağa yabancı değildi; ancak kıza bu geçmişin kasvet tabutunda sonsuza dek gözlerini yummuş mekan bir hayli yabancı geliyordu...

Genç kızın sırtı dikti. En az mekan kadar antika görünümlüydü. Mekanın o eski tozlarıyla dahi heybetli görünüşü o birleşik ayaklarında, dik sırtında, kararlı bakışlarında bedene bürünmüştü adeta. Açık, turuncumsu kızıl saçları parlıyordu. Dağınık bukleleri kafasının üzerinden geriye, sağa, sola; kısaca her bir yöne doğru düzensizce ama eşit görünümle attırılmıştı. Kuş yuvası diye tabir edilmesi uygun olacak bu saç modeli, saçlarının uzunluğu konusunda görenin hayal gücüne danışmasına sebep oluyordu... Öyle ki o döndürülüp, özenle saç altından kaldırıp da üstten fıskiyenin sularını attırışına benzemesiyle dahi ipeksi saçları omuzlarına arkadan bir V görüntüsü çizerek dokunuyordu... Önden göğüslerinin altına kadar iki yandan da birer tutam salınmıştı. Ufak tefek, oyun bebeklere taş çıkartıcı çehresi alnını kapatmayışıyla daha bir porseleni andırıyordu... Hedefine sadık gözleri kedi gözleri gibi üst tarafa doğru kalkıklığa sahipti. Göz ortasından hilal gibi başlayıp da daha sonra gözleri gibi yukarı çok hafif bir kalkıklık gösteren kaşları inceydi; ancak hiç yokmuş gibi de soluk değildi. Adeta bordo bir kalemle çizilmişlerdi... Elmacık kemiklerinin üzerinde parlaklıklarını yitirmiş simlerin dökülmesi gibi çiller serpilmişti. Varla yok arasında yüzünün diğer kısımlarında seçilen çillerin devamı güllerin o zerafetine doğuştan eriştiğini söylüyorlardı... Buğday teni ceset gibi açık değildi. Toktu, canlıydı...

Sonunda ilk adımını attı. Hızlı adımlarını her atışında dizlerinde son bulan soluk siyah çizmesinin topuğu toprağa batar gibi oluyor, ama buna fırsat vermeden diğer adımı için topuğunu kaldırıyordu... Çizmeleriyle şortunun bitişi arasındaki yerden gözüken teni baldırlarının güzelliğini sergilemekten çekinmediğinin cesur ispatıydı. Eh, o açık bölgenin büyüklüğünden de belli olan abartısız uzun boylu bacakları da sergilenmeyi hak ediyordu... Şortunun yanlarına ters üçgen biçiminde sivri saçaklı ceket uçlarının altından koyu kırmızı üzerine altın sarısı şeritli kumaş saçları gibi V şeklinde dizlerine iniyordu. Kumaş hafif kabarıklıklarla katlanmıştı. Bu merdiven gibi inişle Viktoryan dönemin modasını yırtıp da edep kafesinden kaçmış bir bülbül haline sokuveriyordu kızı... Evet, bir o kadar şık, ama tam tersi derecede ahlak kurallarını zorlayıcı... Her adım atışında kurumuş ölü yapraklarda gelişini belli etmeye büyük arzu duyarcasına çıtırtılar çıkartıyor, parçaladığı kuru yapraklara hiç göz ucuyla bakmaya tenezzül etmiyordu. Bakmayacaktı elbette... O ufak yüzü ciddiyetle kemerini sıkmıştı. Baygın gibi yarıya kadar örtülü gözlerinin ucundan uzanan uzun kirpikleri yanaklarını gölgeliyorken merhametin katili lakabını diliyordu tanrıdan bakışları adeta... Minik dudakları pıhtılaşmış kan renginde, gülkurusu tozlarla dudak bitimlerinde tonunu tatlılaştırıyor, yine makyajla anca o şıklığa ulaşabilecek onca yaşıtlarına güzellik farkı atıyordu...

Sonunda satranç tahtasının büyütülmüş modeline varınca tüm günahlardan kendini çekmiş adamları dahi şehvet dalgasına maruz bırakacak bir ayak kaldırışıyla taşa ilk adımı attı. Tıpkı tahmin ettiği gibi çıkan sese hayrandı aslında o da... Beyaz ve siyah karoları uzun adımlarla aşarken satranç tahtasının tam ortasında durdu. Etrafına bakmayıp bahçenin ötesindeki malikane hizasından çekmedi gözlerini. Beklenen, kendi gelmeliydi... Zaten buraya kadar zahmet etmişti güzel, hemen kendini göstermez ise kabalığının karşılığını vermekten çekinmeyecekti kız. Hemen birkaç kare ötedeki beyaz kalenin ardına sırtını dayamış genç de, kızın geldiğini biliyordu. Ancak suratındaki haylaz sırıtış onu sinir etmekten keyif aldığını gösteriyordu... Daha fazla bekletmeyip sırtını taşa sürüyerek ortaya çıktı. "Merhaba Emilienne."

Kız tanıdık sesle kendine hakim olamayıp o baygın gözlerini açıverdi. Ancak kontrolü yeniden eline alıp o güçlü görüntüsüne döndü genç adama belli etmemek için. Hemen arkasındaydı... Birkaç adım ötesinde... Ancak yüzünü ona dönüp kızıl gözleriyle karşılaşmaya niyeti yoktu... Biliyordu, bir şeytanın avını ustaca kandırışı gibi kandırırdı onu... Vesveselerini bakışlarında dahi verebilecek cazibeye sahipti o... Buraya ne için gelmişti peki? Zaten kendini şeytanın kollarına bırakmayacak mıydı? Başkaları adına, kendini satmayacak mıydı? Bunun için kendini böylece süslemememiş miydi? Onu beğensin diye... En şehvetli oyuncak olsun diye... Şeytanla düello yaparsa asla bitişte canlı kalamayacağı gün gibi ortadaydı... Minik ağzını açmadı. Diyecek bir şeyi yoktu. Söz söyleme zamanı onundu... Ne diyebilirdi ki? Ufuktan kara nokta yaklaşırken yeniden duyuldu o uğursuz karga çığlıkları... Ağıtı böyle mi olacaktı yani? Yere yakın uçuyor, kanatlarını her zamankinden daha sertçe çırpıp kuzguni tüylerini kara kar taneleri gibi düşürüyordu. Sadece o yetmezmiş gibi kendisi kadar lanet bir dostunu daha peşine takmış, genç Emilienne'in üzerinde leş bekleyen akbaba gibi zıt yönlere doğru uçarak yuvarlak çiziyorlardı... Neyse ki en sonunda genç adam Emilienne'in duygularını altüst etme zevkinden biraz da dakikalar sonrasına bırakıp sözlerini sürdürdü.
"Bu ne güzellik... Doğrusu bahçemdeki en sevgiyle sulanmış gülden dahi daha asil duruyorsunuz... Ancak..." sözlerini yarıda kesip daha da yaklaştı kıza arkasından. Sol kolunu onun kendisine dönmesine izin vermeden atıp kızın çenesini tuttu. İpeksi saçlarına dokunarak kenarından boynuna yaklaştı. Derince kokusunu içine çekti kızın. Emilienne ürpermişti onun bu denli yakınlığıyla... Kokusu geçtiği yerlerden iz bırakmıştı anlaşılan. Gül kokuları sürünmüştü her yanına etkilemek için şeytanı.
"Ancak... Yapaylıklarla kokunuzu örtmeniz hiç de ala değil... Nahoş yapmacıklıklara hiç ihtiyacınız yok sizin. Kendi öz kokunuz öyle iştah açıcı ki..."
İştah açıcı diyerek içinden geçirdi Emilienne. Tam da yerinde bir iltifattı ya... Tüyleri ürpermişti hani nezaketten... İştah açıcı ha? Herkes de tam böyle bir iltifat isterdi...
Adam aralarındaki yakınlığı bozarak geri çekildi yine. Dik sırtıyla ve kurnaz, sinsi suratıyla çayırlarda gezinti yaparcasına adımlarla etrafında yürümeye başladı kızın. "Eee cevabın ne?"
Kız dalga mı geçiyorsun dercesine kibirli bir gülüşle gözlerini yumdu. "Negatif olsaydım buralara gelir miydim dersin?" O asil mekana pek de uymayan kaba bir ses tonu ve hiç de kibar olmayan kelimeler adamı güldürdü.
Adam, kızın bu isyankar edalarından zevk duymuştu ki kıkırdadı sözleriyle. "Sahi ya... "
Yalnızca iki kelimeyle hakimiyetine yer arayan sükunet yine zincirlemişti Emilienne'i. Tek gayesi bu soluk sonbahar ikindisinde her şeyi sonlandırmaktı... Saflığını vermekti ama o kadar da kolay pes etmeyecekti. Amacının ardında gizlenen asıl gayesi def etmekti artık yağmur bulutlarını ardında bıraktıklarının üzerinden...

Düello öncesi bu gerginlik kesinlikle dayanılmazdı. Az sonra bedenini parçalama arzusuyla fırlatılacak her bir keskin şey dahi bu kadar ürpertici zamanlar yaşatmazdı Emilienne'e... Yıllarının anı sandığı görevini üstlenmiş bu malikane kendi kanıyla yıkanarak temizlenecekti. Dakikaları atlatınca her şey bitecekti... Minik kardeşi, annesi, babası... Hepsi için... Tüm kuytuların puslarını silecek güneşleri için... Bulutları parça parça edecekti, güneşin önüne geçemesinler diye... Evet, intihar düellosu için çekmişti ruhunun kılıcını. Şahlanmıştı kalbi savaş naralarıyla, hedefinden dönmezliğini kafalarına sokmalarını söylüyordu iblislere...
Ayaklarının tıpış tıpış kendini buraya getirmesi sebebine atılmış ilk hamle şu birkaç adım ötesinde tüm sinirlerini diken üstüne iten şeytandı. Evet, o kargalar gibi kuzguni karası saçlı, bebek suratlı genç bir şeytandı. Bebek suratına ne tezat bir gerçekti ama... Ailesine musallat olmuş bu şeytan yıllardan beri kaçırmıştı huzurunu tatlı kahkahalar atan hayaletlerinin. Esasında ne o 16-17 yaşlarında gençliğinin baharında bir genç kızdı, ne de şeytan yeni üşüşmüştü başlarına. Kim bilir kaç yıl aşmışlardı... Onun lanetiyle bedeni kilitlenmişti de hiçbir günü saymamıştı ki yaşlansın... Hala aynı günkü kadar gençti, aynı günkü kadar güzel, göz kamaştırıcı, güçlü... Şeytan babasının borçlarından akmıştı ailesine. Babası toprağın altında arafta kalakalınca, çınar ağacının dallarından bir onu kırmamıştı. Tüm aileye lanetini dokundurup babasının ruhunu aldıktan sonra ailenin genç ruhuyla oynama kararı aldı şeytan. Biliyordu çünkü onun oynanılası en eğlenceli kalbe sahip olduğunu. Biliyordu, ne olursa olsun kendisine pervasızca karşı koyma cesaretine sahip olduğunu... Ailesi o günden sonra genç kızı betimleyecek dünyada yer alan en iyi madde olan güle hapsolmuş, Emilienne'in kanı akana dek de kara gelinliklere mahkum kalmıştı gülleri... Emilienne'in saf kanı, kan akıtırsa anlaşmanın kilidini kırıp uyacak, böylece tek bir ruh karşılığında 3 ruhu özgür bırakacaktı...

Sonunda Şeytan o eski laubaliliğini silip kendisine layık bir ufak gülümseme çaldı. Emilienne'e tüm yüzüyle dönüp, hazır-ol duruşuyla sabit,sert ve ürpertici bir ses tonuyla son başlama komutlarını verdi.
"d-3'ün d-4'e bakan kısmından, d-4,d-5,e-4 ve e-5'in tam çakıştığı noktaya ilerle."
Emilienne, tahtanın ortasında olmadığını duyunca şaşkınca etrafına dikkatle bakıp yerini teyit etti. Oysa durduğu yerden bakışıyla tam ortada olduğunu söyleyebilirdi... Şeytan'ın ağzından çıkan komutu süzüp söylediği yere doğru iki adımla ulaştı. Ayaklarının biri d karelerinin tam çizgisinde ortalanıp durarken diğer ayağı e'de duruyordu. Ancak yüzünü malikaneden başka bir kısma çevirmemişti. Derin bir nefes aldı. Havada, sarmaşıklarla sarılı demirlerin orada fark edemediği bir kükürt kokusu sezdi. Bu ince ama burna batan koku yeni yeni çıkmıştı anlaşılan... Vakitin geldiğini saatlerden önce gelip fısıldamıştı koku Emilienne'e...
Şeytan gözlerini Emilienne'in sırtına dikip başını hafifçe eğdi. O eğik açıdan gözleri daha lanetli görünüyordu. Göz altlarına inmiş gölgeler hiç hayırlı durmuyordu ne de olsa...
"Adil olsun... Beni eğlendir..."
Emilienne sinirle nefes verdi yarı gülüyormuşçasına... "Bir şeytan ne kadar adil olursa..." dedi gözlerini döndürerek. Ondan da öte, sonuçları belli bir oyundu bu. Adil lafı yalnızca üstü kapalı "başla" komutuydu...
"Öyleyse..." diye yarım cümleyle boş konuşmaları noktaladı şeytan. Yarım kalan cümlesini malikane duvarına yapışık saatten gelen gong sesi tamamladı. Bir cenaze töreni zamanında kiliseden yayılan çan seslerini andırıyordu saatten gelen sesler. Derin bir nefes aldı Emilienne. Kalbi kemiklerini zorluyordu, çırpınıyordu zor zapt ettiği heyecanıyla. Üzerinde dört dönen iki karga yetmezmiş gibi çamurlu buğday renginde ufukta daha fazla nokta belirdi. Bu şaşkına uğratıcı sürünün kanat sesleri saatin seslerini örtüyordu. Emilienne gördüklerinin verdiği şokla sağ ayağını geriye doğru kaydırdı. Dizlerinin dermanı korkup kaçmıştı... Yaklaşan devasa karga sürüsü tüm gökyüzünü kapatmış, kanatlarının hareketleri arasından anca görünen nokta nokta güneş ışığı kaçakları haricinde tüm ışıkları def ediyorlardı. Kısa sürede o aralardan sıyrılıp kaçabilen güneş ışıklarını da göremez oldu. Kulaklarını tırmalayan binlerce karga ötüşüyle kafası dağılıyor, başının döndüğünü hissediyordu. Kısacık bir sürede etrafı kuzguni karası renklerle çevrelenmişti... Telaşla arkasına döndü. Az önce arkasında duran şeytandan geriye esen hafif rüzgarga havalanmış külleri görebildi sadece. Kanat çırpışları yok oldu, malikane yok oldu; yalnızca ayaklarını bastığını hissettiği satranç tahtasını kesin görüyordu. Hala seçilen saat sesi savaş sirenleri gibiydi. Düşman gelmiş, biranda her şeyi karartmıştı işte... Kafasını iki yana salladı kendine gelebilmek için. Saat sesleri kesildiği zaman artık öldürücü sessizlik ve zifiri karanlıkta kayıp kalmıştı. Evet, tıpkı şeytanın ruhunu kafeslediği zaman tahmin ettiği şeydi bu. Emilienne kafese girmişti... Az sonra da sahibini gagalayarak saldıracaktı. Kafesinden çıkamayacaktı ama kendisinden daha değerli üç bülbülü serbest bırakacaktı...

Ayaklarının arasını açıp, attı ellerini cebinde onurunun tablosunu kanıyla çizmek için bekleyen elmas parçalarıyla süslü hançer fırçalarına. Zifiri perdede biranda bir çift kan kızılı göz belirdi. İki nokta ona yaklaşırken daha da sarıldı hançerlerine... Gecenin çöküşüyle şehirde görülen bir bir açılmış ev ışıkları gibi zifiri duvarda kızıl süsler yanmaya başladı. Kısa bir içerisinde etrafı kızıl beneklerle bezenmişti... Açılan binlerce kızıl şeytan gözlerine nefretle baktı. Cebindeki hançerini öyle bir sıkıyordu ki atan damarı ben buradayım diye bağırıyordu. Derin bir nefes çekti içine. Daha yoğun kükürt kokusu yakmıştı boğazını. O kızıl beneklerin kendisine saldırmasına saniyeler kala çekti hançerini ve haykırdı karanlığa. Hiçbir kelime nefretini dökmeye yetemezdi... Hiçbir kelime yıllardır beklediği altın günü simgeleyemezdi. Sadece bağırıyordu Emilienne... Güçlü sesi hiçbir şeytanı ürkütmeyeceği kesin olsa dahi içlerini titretebilirdi. Gerildi kız ve saldı kendini karanlığa. Sıçradı delerek karanlığı hançeriyle...
Siyah gülü kendi kızıl kanıyla boyamak için...
Bülbüllerin kafeslerini açabilmek için...
İntihar düellosunu başlattı, lanet zincirlerini kırarak her şeyi sonlandırmak için...



Not: Çok ve çok uzun olduğu için afedersiniz. Elimde en son yazdığım örnek rp olarak bir bu vardı. Umarım fazla sorun çıkarmaz ^^;
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Vis Sanctus
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Kutsal ışık|| Yaratıcı
Vis Sanctus


Mesaj Sayısı : 482
Kayıt tarihi : 07/11/10

Vincent E. Monalite Empty
MesajKonu: Geri: Vincent E. Monalite   Vincent E. Monalite Icon_minitimePerş. Haz. 23, 2011 2:25 pm

Gerekli Uzunluk= 10 puan
Anlatım= 22 puan
Anlatımı fazlası ile ağır bulduğumu itiraf etmeliyim.
Renklendirme/Görünüm= 8 puan
İçerik/Kurgu= 22 puan
Akıcılık= 10 puan
İmla= 8 puan
Paragraf Düzeni= 4 puan
Tutarlılık= 4 puan

Toplam= 88
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Vincent E. Monalite
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» William L. Monalite
» William L. Monalite

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Contraria Vocantum Rpg :: RP Out :: Arşiv :: Rol Oyunları-
Buraya geçin: